ABDULLAH ÇATLI
Nevşehir'de 1956 yılında doğdu. 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı, 1978'de Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Çok sayıda siyasi cinayet, bombalama, kahve tarama ve hapisten adam kaçırma gibi olayların örgütleyicisi olarak suçlandı.
25 Ağustos 1978'de Sakarya'da Nevzat Bor ve Mustafa Pehlivanlı'yla birlikte gözaltına alındı. İstanbul'a götürülen Çatlı, daha sonra serbest bırakıldı. Ankara polisi tarafından tekrar gözaltına alınan Çatlı, tekrar serbest bırakıldı.
Çatlı, ÜGD Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, ÜGD'nin yerine Ülkü Yolu Derneği'ni Nevşehir'de kurdu. 11 Temmuz 1978'de Ankara'da işlenen Doç. Dr. Bedrettin Cömert cinayetinin faili olarak arandı.
MEHMET ALİ AĞCA
Ülkücü görüşü benimseyen Ağca, 1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak 25 Haziran 1979'da yakalandı. Ağca, çeşitli ifadelerinde Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan'ın isimlerini verdi.
Polis tarafından soruşturma sürdürülürken gereken ek gözaltı süresi verilmedi ve Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu.
23 Kasım 1979'da aynı cezaevinden kaçırılan Ağca, 26 Kasım 1979'da Milliyet Gazetesi yakınındaki bir çöp kutusunda bulunan mektupta kendi el yazısıyla Papa'yı vuracağını bildirdi. 28 Nisan 1980'de İpekçi davasından dolayı ölüm cezasına çarptırıldı.
13 Mayıs 1981'de Papa'ya suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı. Papa soruşturması boyunca 128 kez ifade verdi, 22 Mart 1986'da ömür boyu hapse mahkum edildi.
Halen İtalyan hapishanesinde yatan ve "Ben mesihim" gibi ilginç iddialarda bulunan Ağca, 1999 yılının son günlerinde de evlenmek istediğini belirterek yine dikkatleri üzerine çekti.
13 Mayıs 2000'de Papa, Portekiz'in Fatima kentinde, Meryem Ana'nın yaklaşık bir asırdır saklanan üçüncü sırrını açıkladı. Papa, 83 yıl önce üç çocuğa görünerek üç sır veren Meryem Ana'nın Ağca suikastını o zamandan bildiğini ve kendisini ölümden kurtardığını söyledi. Papa'ya suikast girişiminin anahtarının Fatima kentinin üçüncü sırrında olduğunu iddia eden Mehmet Ali Ağca, bu sırrın açıklanmasını istemişti. Tarihlerin de bunu doğruladığını savunan Ağca, serbest kaldıktan sonra Fatima kentini zirayet etmek istediğini sık sık dile getirmiş, bu kente yerleşmek istediğini söylemişti.
Papa'nın Fatima'nın üçüncü sırrını açıklamasının ardından Ağca, "O gün bin kere de ateş edilseydi Papa yine kurtulurdu" dedi.
Türkiye'ye iade edildi
13 Haziran 2000'de İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Ağca'nın affını imzaladı. Ağca, THY'ye ait kargo tipi bir uçakla sabaha karşı İstanbul'a getirildi. Sadece gasp suçundan Türkiye'ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Kadıköy Adliyesi'nde gasp davasıyla ilgili mahkemeye çıkarılan terörist Ağca'nın ilk sözü, "Ben, Abdi İpekçi'nin katili değilim. Ben sadece bir aktördüm" oldu.
Ağca, daha sonra çıkarıldığı bütün duruşmalarda şov yaptı. Her duruşmadan sonra basın mensuplarına mektup dağıtan Ağca, Vatikan'a tehdit savurdu. Vatikan'dan hesap soracağını ileri süren Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi. Vatikan'da kral olmaktansa, Afrika'da maymun olmayı tercih ederim" dedi.
Erken af
Ağca, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkeme'sinde görülen gasp davasında, iki gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ağca'nın bu cezası, hapiste kaldığı süre ve iyi hali gözetilerek 7 yıl 2 aya indirildi. Ancak Ağca, Şartla Salıverilme Yasası'ndan yararlanamadı.
İpekçi davasında tanık olmayı reddetti
Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin olarak Yalçın Özbey ve Yusuf Çelikkaya hakkında "Taammüden adam öldürmek suçuna katılmak"tan 20 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası istemiyle yeni bir dava açıldı. Ancak İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın ilk duruşmasına getirilen Ağca, yeni davada tanıklık yapmayacağını söyleyerek yemin etmedi. İfadesini "yeminsiz" veren Ağca, "Yalçın Özbey, bazı yerlerde İpekçi suikastına karıştığını anlatıp övünüyordu. Bu trajedide övünecek ne varsa? Ben bu karanlık suikastın en büyük mağduruyum" dedi.
7 TİP'li genç cinayeti
9 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi gencin öldürüldüğü olayın düzenleyicisi ve baş sorumlusu olarak hakkında 1982 yılında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.
Çatlı, daha sonra İstanbul'a yerleşerek Hasan Kurtoğlu sahte kimliğiyle yaşadı ve birçok eyleme karıştı. Bu dönemde, silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla yakın ilişki kurdu.
Mehmet Ali Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılması olayının organizasyonunda yer aldığı, Ağca'yı evinde sakladığı ileri sürüldü.
12 Eylül'den sonra Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden sağladığı sahte pasaportla yurtdışına çıktı. 13 Mayıs 1981'de Ağca tarafından gerçekleştirilen Papa suikastının düzenleyicileri arasında yer aldığı öne sürüldü.
22 Şubat 1982'de İsviçre'de Mehmet Saral adına düzenlenmiş bir pasaportla, Mehmet Tarol adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Oral Çelik ve Durmuş Unutmaz adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Mehmet Şener'le birlikte yakalandı. Çatlı serbest bırakılırken, Mehmet Şener tutuklandı.
ASALA ve Papa
MİT'in resmi belgelerinde, 22 Ekim 1983'te Paris'te MİT'le temasa geçtiği ve ASALA'ya karşı beş ayrı eylemde yer aldıktan sonra 24 Ekim 1984'te uyuşturucuyla yakalandığı gerekçesiyle ilişkisinin kesildiği yer aldı.
22 Ekim 1984'te Paris'te 450 gram eroinle yakalandığı için Fransa'da 4.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Papa suikastını kendisinin planladığını, Oral Çelik'i bulabileceğini, bildiklerinden dolayı iki kez öldürülmek istendiğini, serbest kalmak garantisiyle herşeyi anlatabileceğini söyledi. Ancak mahkemede verdiği ifadede söylediklerini reddetti.
Uyuşturucu bulundurmak suçuyla yedi yıl ceza aldığı İsviçre'ye iade edildi. Bu dönemde Türkiye'nin iade talebi, idamla yargılandığı gerekçesiyle Fransa tarafından reddedildi. 21 Mart 1990'da İsviçre Bostadel Cezaevi'nden kaçtı.
Türkiye'ye gizlice geldikten sonra Şahin Ekli ismiyle kullandığı pasaportun sahte olduğunun anlaşılması üzerine 1993'te Yeşilköy Havalimanı'nda gözaltına alındı ancak serbest bırakıldı.
İşadamı Mehmet Özbey
Çatlı, 3 Ekim 1994'te İstanbul'da yabancı plakalı kaçak durumdaki araç ile yakalandı ve Mehmet Özbey kimliğiyle çıkarıldığı savcılık tarafından kayden işlem yapılarak serbest bırakıldı.
Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğiyle Baysa İnşaat, GSC Tekstil Ürünleri, Limon Lokantacılık, Japet Et Mamülleri, Sultan Tekstil ve Gülden Tekstil adlarında altı şirkette ortaklığı olduğu ortaya çıktı.
Çatlı; Mehmet Özbay, Mehmet Özbey, Abdullah Çatalı, Abdullah Çaltı, Mehmet Saral, Hasan Dağarslan, Hasan Kurtoğlu ve Şahin Ekli sahte isimlerini kullanıyordu.
Çatlı, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında, DYP Milletvekili Sedat Bucak, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve sevgilisi Gonca Us'un da içinde bulunduğu bir arabada öldü.
Çatlı'nın üzerinden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın imzasının bulunduğu silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport çıktı. Çatlı'nın otopsi raporunda ölmeden önce kokain kullandığı belirlendi.
EŞREF BİTLİS
Jandarma Genel Komutanı iken 17 Ocak 1993'te uçağının düşmesi sonucu öldü. Genelkurmay Başkanlığı tarafından uçağın buzlanma sonucu düştüğü açıklandı. Ancak bilirkişi raporları bu açıklamayı yalanladı. Soruşturma sırasında suikast iddiaları ortaya atılırken, olaydan bir gece önce JİTEM kurucusu Binbaşı Ahmet Cem Ersever'in uçağın olduğu yerde görüldüğü ileri sürüldü.
ALAATTİN ÇAKICI
Trabzonlu ülkücü mafya şefi Çakıcı, ilk olarak 17 yaşındayken bir İETT görevlisini yaralama olayına karıştı. Çakıcı, daha sonra ismini İstanbul'daki yasadışı faaliyetleriyle duyurdu.
1980'li yılların sonunda yeraltı dünyasının Ankara ayağında da adı duyulan Çakıcı, bir süre sonra İstanbul'a geçerek, buradaki gruplar içinde kendisine yer edindi.
Türkiye çapında faaliyet gösteren ve "ülkücü baba" olarak tanımlanan Çakıcı, İstanbul'a geçtikten sonra yine ünlü babalardan Dündar Kılıç'ın kızı Uğur Kılıç'la evlendi.
Olaylı sona eren bu evliliği ve İstanbul'da karıştığı silahlı saldırılar sonrasında polis kayıtlarında önemli yer tutmaya başlayan Çakıcı, sürekli Karadenizli olmasıyla övündü.
Çek - senet tahsilatı
Babasını 12 Eylül döneminde İstanbul'un Gültepe semtindeki bir kahvehaneye yapılan silahlı baskında kaybeden Çakıcı, 1984'ten itibaren çek - senet tahsilatı yapan grupların liderliğini yapmaya başladı.
Eski eşi Uğur Çakıcı'nın Uludağ'da öldürülme emrini verdiği gerekçesiyle polis ve savcılık tarafından gıyabi tutuklu olarak aranan Çakıcı, ayrıca canlı yayında DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'le ilgili yaptığı açıklamalarıyla Flash TV'nin basılmasına neden oldu.
Borsacı Adil Öngen'in yaralanması, Pamukbank Genel Müdürü Burhan Karaçam'a yönelik lav silahlı saldırı olayı, Emin Cankurtaran'ın vurulması, Cavit Çağlar'a yönelik suikast planlaması, Engin Civan'ın vurulması eylemlerinin azmettiricisi olan Çakıcı, kendisi gibi yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Nurullah Tevfik AğansoyTevfik Ağansoy'un öldürülmesi olayında da azmettirici olarak aranmaya başladı.
1992'de hazırlanan sahte pasaportla yurtdışına kaçan Çakıcı'nın adı, Susurluk soruşturmalarında da gündeme geldi. Soruşturmalarda, kendisinde sahte yeşil pasaport bulunduğu iddiaları ortaya atıldı.
Çakıcı, çek - senet tahsilatı yaptığı dönemde Ankara ve İstanbul'da birçok kez gözaltına alındı. Soruşturmalarda, polisin mafya içindeki uzantısıyla ilgili bilgiler veren Çakıcı'nın yurtdışında kaldığı süre içinde Belçika, ABD, İtalya, Güney Afrika, Fransa, Brezilya, Singapur ve Japonya'da dolaştığı belirlendi.
Son anda kurtuldu
Çakıcı'nın firarda bulunduğu dönemde Palermo'da İtalyan mafyasının önde gelen aileleriyle bir toplantı yaptığı da tespit edildi. Çakıcı, 1998'in Şubat ayında Fransa'da yapılan bir operasyonda yakalanmaktan kılpayı kurtuldu.
41 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Çakıcı, 17 Ağustos 1998'de Fransız polisinin düzenlediği bir operasyon sonucunda Nice'de bir otelde koruması Muradi Güler ve sanatçı Selçuk Ural'ın kızı olan sevgilisi Aslı Ural'la birlikte yakalandı.
Çakıcı'nın yakalanmasından sonra ortaya çıkan kasetler, ANAP'lı Devlet Bakanı Eyüp Aşık'ın istifasına sebep olurken, Aşık ile birlikte Çakıcı'ya kaçması için uyarıda bulunduğu iddia edilen DYP'li Meral Akşener, MİT görevlisi Yavuz Ataç ve Bursalı işadamı Erol Evcil de suçlandı.
Fransa'daki cezaevinde 16 ay dünyayla iletişimsiz bir odada tutuklu kalan Çakıcı, 14 Aralık'ta kendi isteğiyle Türkiye'ye getirildi. Fransa'dan şartlı iade edilen Çakıcı, hakkındaki gıyabi tutuklama kararı vicahiye çevrilerek tutuklandı ve Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ne konuldu.
Susma hakkını kullandı
Çakıcı, Türkiye'ye getirildikten hemen sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) tanık sıfatıyla dinlendi. Yaklaşık 3.5 saat ifade veren Çakıcı, soruları cevapsız bıraktı.
Çakıcı, Erol Evcil, Ergin Kardeşler gibi ünlülerin yattığı Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ndeki rahatlığıyla da dikkat çekti. Çakıcı'nın isteğiyle gece yarısı koğuşuna lahmacun getirttiği, avukat dövdüğü, cep telefonu kullandığı ve Nuri Ergin'le mektuplaştığı ortaya çıktı.
Ancak bir süre sonra Çakıcı'nın "Bu cezaevi ya ona ya bana dar gelecek" yönünde bir açıklama yaptığının ileri sürülmesi üzerine Nuri Ergin, basına gönderdiği açıklamayla sert tepki göstererek, "Bana dostane mektuplar yazan biri düşman ise başımız üstünde yeri var. Önümüz bayram, açıkta kalınır" dedi.
Bunun üzerinde Çakıcı avukatı aracılığıyla kamuoyuna gönderdiği başka bir mektupla Ergin kardeşlere meydan okudu. Çakıcı, mektupta; "Nuriş ve Vedat denen, kişilik ve milliyet erozyonuna uğramış, garip göçebegillere: Biraz adamlığınız varsa, basına demeç vermeyin, bu cezaevinde siz altı kişi bir arada yatıyorsunuz, ben de tek yatıyorum. Gereğini yapmazsanız, yapmayıp da basına demeç verirseniz ********siniz" dedi.
Ergin'den ağır sözler
Mektup savaşlarında Nuri Ergin, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Çakıcı hakkında ağır sözler söyledi. Ergin, "Çakıcı adam mı, madam mı?", "Şerbeti ketmerli şambabası", "Voltajı düşük sihirli lamba", gibi sözlere yer verdi.
Ergin, Çakıcı'ya yönelik koruma istediği şeklinde çıkan haberlere ilişkin de, "Fransa'dan beri tutturmuşsun koridor yok. Bu maltalarda bir de savcıdan utanmadan koruma istiyorsun. Satanist düşünceli şambabası, bırak bu kurnazlığı. Milleti ziyaretine bile çıkartmıyorsun. Kolpacı mesajında aman beni koruyun mesajı değil mi? Beni yorma. Benim seninle uğraşacak vaktim yok, boşuna yalvarma" dedi.
Çakıcı ve Ergin arasındaki bu kavga, cezaevi dışına da taştı. Çakıcı'nın adamları Karagümrük'te Ergin kardeşlerin adamlarına ait olduğunu bildikleri bir lokali kurşunladı. Ancak bu lokalin sonradan Erginler'e ait olmadığı Karagümrük Spor Kulübü Lokali olduğu anlaşıldı.
28 Mart 2000'de ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Çakıcı'nın, gazeteci Hıncal Uluç'u yaralamaya azmettirmekten yargılandığı davanın zamanaşımdan düşürülmesine ilişkin İstanbul 6. Asliye Ceza Mahkemesi'nin kararını bozdu. Çakıcı'ya yargılandığı bu davada, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istendi.
Nisan 2000'de Çakıcı hakkında Emlak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan'ı yaralamaya azmettirmekten açılan davanın zamanaşımından düştüğü ortaya çıktı.
Mehmet Eymür ise İnternet'teki Anadolu Türk adlı sitesinde yayımladığı bir yazısında Çakıcı'nın 3 Şubat 1998'de Evcil'le yaptığı bir konuşmadan söz ederek, Çakıcı'nın kanser olduğunu söylediğini ileri sürdü. Eymür, Çakıcı'nın Evcil'e, "Check up yaptıramıyorum. Kanser var bende. Aylardır bütün vücudumda hissediyorum, içim ağrıyor. 6 - 7 paket sigara içiyorum" dediğini iddia etti.
Çakıcı'nın adamlarının Karagümrükspor lokaline yaptığı baskına karşılık olarak 19 Nisan 2000'de Nuriş'in adamları, Gültepe ve Zeytinburnu'nda iki kahvehaneyi taradı. Bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Olaydan sonra yapılan operasyonlar sonucunda aralarında Ergin'in firari olarak aranan adamı Yavuz Erdoğan'ın da bulunduğu dört saldırgan silahlarıyla birlikte yakalandı.
Çakıcı, Mayıs 2000'de Türkbank ihalesini araştıran Meclis Komisyonu'na verdiği ifadede ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile ile iki kez yüz yüze görüştüğünü söylediği belirtildi. Çakıcı, komisyon üyelerine Türkbank olayında büyük paralar döndüğünü, kendisine söz verilen 60 milyon doların verilmediğini ve bu yüzden yakalatıldığını söyledi. Çakıcı, ayrıca 55. hükümeti de Refahyol hükümetini de kendisinin yıktığını anlattı. Çakıcı, ifadesinde Eyüp Aşık ile 200'e yakın telefon görüşmesi yaptığını da öne sürdü.
Çakıcı, 8 Mayıs 2000'de İstanbul DGM'de "çete oluşturmak ve liderliğini yapmaktan" yargılandığı davanın duruşmasında, mahkeme heyetine, "Ben tombaladan çıkmış Alaattin değilim. Tabii ki ceza alacağım. Eğer bana ceza vermezseniz basın sizi topa tutar" dedi. Mahkeme ödeneksizlik yüzünden duruşmaya getirilemeyen sanık Adnan Çiçek'in son savunmasının alınması için duruşmayı erteledi.
Ergin ve Çakıcı cezaevindeyken, adamları dışarıda çatışmayı sürdürdü. Çakıcı ve adamları hakkında Nuriş'in adamlarına yönelik gerçekleştirilen saldırılar hakkında davalar açılmaya başladı. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, Çakıcı ile 10 adamı hakkında, Karagümrük Spor Kulübü Lokali'ne yönelik silahlı saldırıya ilişkin dava açtı. İddianamede, Çakıcı'nın 304.5 ile 384 yıl arasında ağır hapis cezasına çarptırılması istendi.
O da aftan yararlandı
Engin Civan'ın yaralanması olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yargılanan Çakıcı'nın 7.5 yıl ağır cezası istemiyle yargılandığı davası, "4616 sayılı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesi'ne Dair Kanun" gereğince ertelendi. Hıncal Uluç'un yaralanması olayına ilişkin 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan Çakıcı'nın avukatı Şeyda Yıldırım'ın, Pendik Cumhuriyet Başsavcılığı'na cezanın infazının düşürülmesi konusunda yaptığı başvuru da kabul edildi.
Çakıcı'nın, her iki davasında da "zamanaşımından düşme kararı" verilmiş, ancak bu kararlar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu. Bozma kararının ardından davaların görülmesine devam edilmişti. Çakıcı'nın tutukluluğu, halen başka suçlar nedeniyle devam ediyor.
"F tipi" günler
Türkiye'ye getirildiği günden beri Kartal Cezaevinde yatan Çakıcı da Kandıra F tipi cezaevine sevk edildi. Burada tek kişilik bir odaya konan Çakıcı, yalnızlığını gidermek için cezaevi yönetiminden bir muhabbet kuşu talep etti. Çakıcı zamanının büyük bir kısmını muhabbet kuşuyla değerlendirdi.
DÜNDAR KILIÇ
Dündar Kılıç, 1953'te Trabzon, Sürmene'de doğdu. Gözaltılar hariç hayatının 21 yılını cezaevinde geçirdi. Yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden olan Kılıç, ilk sabıkasını boksör Ercü'yü delik deşik ettiği için aldı.
Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Kılıç, üç cinayet ve 35 yaralama olayına karıştı. 1972'de Diyarbakır ve Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasadışı örgüt üyesi Atilla Keskin'e yataklık yapmaktan yakalandı.
1980'de silah ve mermi kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle Boğazlar Komutanlığı tarafından 25 arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı. 9 Şubat 1984'te Behçet Cantürk ve Abuzer Uğurlu ile birlikte gözaltına alındı.
MİT Raporu'nda bu gözaltı olayından sonra Aytek ve MİT'in yıpratılması için Kılıç ve ekibi tarafından sistemli bir çalışma başlatıldığı öne sürüldü. Semra Özal'ın ricasıyla Engin Civan ve Selim Edes arasındaki anlaşmazlığı çözmek için aracı oldu.
Bu olaylar sırasında damadı Alaattin Çakıcı ile karşı karşıya geldi. Kızı Uğur Çakıcı, Çakıcı'nın adamları tarafından Uludağ'da öldürüldü.
İstanbul Emniyeti'nin Teknik Şubesi'nde yer alan kayıtlara göre iki kez bıçakla yaralama, iki kez bıçak bulundurma, bir kez çakı ile yaralama, bir kez kafa atarak yaralama, bir kez adliyede tabanca ile adam yaralama, üç kez tabanca ile yaralama, bir kez tabanca ve sustalı bulundurma, yedi kez tabanca bulundurma, bir kez durumunun sorulmasından dolayı toplam 22 kez kaydı bulunuyordu.
Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede, Alaattin Çakıcı'nın MİT tarafından korunduğunu, Mehmet Eymür tarafından Bursa'da bir mahkemede aklanan Nihat Erim'in katillerinin yine Eymür tarafından kullanıldığını öne sürdü.
Kılıç, basına verdiği röportajlarda da kızı Uğur Kılıç'ın Civangate skandalının ardından Özallar tarafından öldürüldüğünü ileri sürdü. Çetenin kendisini de öldürmek istediğini kaydeden Kılıç, ancak bir arkadaşının ihbarı üzerine planının bozulduğunu açıkladı.
Zaman zaman damadı Çakıcı tarafından tehdit edildiğini açıklayan Kılıç, Çakıcı'nın kendisini öldürtmek üzere Yeşil'i kiraladığını ve bu konuda MİT muhbiri Tarık Ümit'in aracılık yaptığını öne sürdü.
1 Ağustos 1999'da Silivri'deki yazlığında kalp krizi geçiren Kılıç, kalp masajıyla hayata döndürüldü ancak 10 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 'multiorgan yetmezliğinden' öldü. Kılıç'ın cenaze töreni, eski babaların gövde gösterisine dönüştü.
Cem Reklamcılık ve Pazarlama, Şan Gıda Pazarlama Sanayi, Ticaret ve Ser Madencilik Sanayi ve Ticaret Limited şirketlerinin kurucusu ve ortaklarından olan Kılıç; Uğur, Cenk Ali, Ergun, Dünya ve Fatma adlarında beş çocuk sahibiydi.
HİRAM ABAS
1932'de İstanbul'da doğdu. Saint Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şubesi'ni bitirdikten sonra, 18 Mayıs 1967'ye kadar İstanbul'da çeşitli kademelerde müfettişlik görevinde bulundu.
Müfettişlik görevinden sonra yedek subay olan ve MİT'te çalışmaya başlayan Abas, Batum, Atina ve Beyrut'ta görev yaptı. 12 Mart döneminde MİT'te etkin görevlerde bulunan Abas, 1978'de Namık Kemal Ersun asının tasfiyesiyle ilişkili olarak kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
1983'te ikinci kez MİT'e dönen Abas, 1988'de yayımlanan MİT raporu olayında sorumlu görülerek, raporu kaleme alan Mehmet Eymür'le pasif göreve alınmak istenince, ikinci kez teşkilattan ayrıldı.
Amerikan silah firmalarının Türkiye temsilciliğini yapan bir şirkette çalışırken 26 Eylül 1990 sabahı işine gitmek için yola çıktığında uğradığı suikastta yaşamını yitirdi. Evinin yakınlarında, belediye işçisi gibi giyinmiş kişilerin açtığı çapraz ateşin ortasında kalan Abas, olay yerinde öldü.
MAHMUT YILDIRIM (YEŞİL)
Ahmet Demir adıyla bilinen Kontrgerilla elemanı Yeşil'in gerçek adı. Bingöl, Solhan ilçesi Dicnik Köyü'nde 1951 yılında doğdu. MHP kökenli, 1973'te Bingöl Genç İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından kullanıldı ve ilişki aynı yıl MİT Tatvan Bölge Müdürlüğü'ne devredildi.
SEDAT PEKER
Rizeli bir aileden gelen ülkücü baba Sedat Peker, 1970 yılında Sakarya'da doğdu. "Köroğlu" lakaplı Peker, Almanya'da büyüdü. Peker'in adı ilk olarak "uyuşturucuyla mücadele eden baba" olarak duyuldu, daha sonra Susurluk Raporu'nda geçti.
Peker'in organizasyonunda işadamlarından tehditle para topladıkları, zorla tahsilat yaptıkları ve işyeri kurşunladıkları belirlenen, aralarında açığa alınan bir astsubayın da bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı.
Peker, Barmen Oğuz Atak'ın sırtında "Allah" dövmesi bulunduğu gerekçesiyle öldürülmesi olayına karıştığı gerekçesiyle uzun süre arandı. Polisin Atak'ın öldürülmesini azmettirmek ve çete olaylarına karışmaktan aradığı Peker, oğlunun doğumunda kendilerini ziyaret eden, çiçek ve telgraf gönderen dostlarına teşekkür için gazetelere verdiği ilanlarda eşiyle birlikte görüldü.
1997'de Rize'de kaçakçı Abdullah Topçu'yu öldürmek suçundan savcı karşısına çıkan ve serbest bırakılan Peker'in iki adamı, aynı davadan müebbet hapse mahkum oldu. Peker gibi ağabeyi Vedat Peker de bir işadamına silah zoruyla senet imzalatmaktan gözaltına alındı. Peker'in talimatıyla çete oluşturdukları iddiasıyla yargılanan dokuz sanıktan dördü tahliye edildi.
Tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak, adam öldürmeye azmettirmek ve benzeri suçlardan yedi ay boyunca aranan Peker, teslim olacağını bildirerek 19 Ağustos 1998'de Romanya'dan Türkiye'ye getirildi. İstihbarat birimlerinin çalışmaları sonucunda, Peker'in, adı gizlenen bir Antalya milletvekiliyle doğrudan bağlantısı olduğu saptandı.
Peker, tutuklu bulunduğu sürede Bayrampaşa Cezaevi'nde krallar gibi yaşadı. Rokfor peyniri başta olmak üzere birçok lüks yiyeceği koğuşuna getirten Peker'in cezaevine soktuğu eşyalar arasında kokoreç makinesi da vardı. Kaldığı 50 kişilik koğuşun tabanını halıfleksle kaplatan, duvarlarını boyatan Peker, tuvaletlerin kırılıp yapılmasını istedi ve bunun için gerekli malzemeyi sağladı. Cezaevinde yüz koyun kestirip tutuklu ve hükümlülere dağıtan Peker, çanak anten, video, CINE 5 dekoderi, ekmek kızartma makinesi ve dikiş makinesi gibi isteklerine ise cezaevi yönetimi tarafından izin verilmedi.
İstanbul DGM Savcılığı, Ekim 1998'de Peker ve adamları hakkında 7.5 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Bu davadan yargılandığı sırada duruşmada ilginç açıklamalar yapan Peker, "Eski bir milletvekili bana mesaj göndererek, 'Mahkemede fazla artistlik yapmasın' dedi. Her şeyi size anlatmak istiyorum çünkü ben bunları anlatmazsam şüpheli bir şekilde intihar edebilirim" dedi. Peker, 12 sanıkla birlikte çete oluşturmak suçundan yargılandığı davada, 24 Mayıs 1999'da tahliye edildi. Sekiz ay 29 gün cezaevinde bulunun Peker, "sanal bir çete yaratıldığını" ileri sürdü.
Tahliye edildikten sonra basına açıklama yapan Peker, MHP'li olmadığını söyleyerek, siyasi görüşünün pantürkist - turanist olduğunu belirtti. Tahliye edildikten sonra basına demeçler veren Peker, özel yaşantısıyla ilgili açıklamalar yaptı. Çok mutlu bir evliliği olduğunu söyleyen Peker, "Ben kadını tanrı misafiri olarak kabul ediyorum. Annesini, babasını, her şeyini bırakarak size geliyor, sizin onu korumanız gerekiyor. Anne babasının sevgisini vermeniz gerekiyor. Gayet düzgün bizim yaşantımız. Herkes eşime soruyor, 'Seni dövüyor mu?' diye. Eşim gülerek anlatıyor, 'Yok, dövmüyor' diye" dedi.
MEHMET EYMUR
MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı olan Eymür, 1943'te İstanbul'da doğdu. MİT'te Hiram Abas'la birlikte Ziverbey'de Faik Türün'ün emrinde çalıştı. Kızıldere ve Ulaş Bardakçı'nın öldürüldüğü operasyonlara katıldı.
1975'te Ankara MİT Bölge Dairesi Başkanlığı Takip Şube Müdürlüğü de yapan Eymür, 1980'de Bulgaristan'a gittikten sonra 1982'de Kenan Evren'in damadı Erkan Gürvit tarafından Köşk'e çağırıldı. ASALA'ya karşı eylemlerde görevlendirildi.
Türkiye'ye döndükten sonra Mardin MİT Bölge Müdürlüğü'ne getirildi. Daha sonra Ankara'da Kontrespiyonaj Dairesi içinde kurulan Kaçakçılık ve İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne tayin edildi.
Başkan yardımcılığı görevine getirildikten sonra 1984'te Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınan izinle Babalar Operasyonu'nu başlattı.
Abdullah Çatlı'nın istihbarat amaçlı kullanıldığını ancak daha sonra kontrolden çıkıp kendisini bile görevden aldırmak istediğini ileri sürdü. Tarık Ümit'in kaçırılmasının ardından Mehmet Ağar'ı aradığını ve serbest bırakılmasını söylediğini açıkladı. 70'li yılların başında girdiği MİT'te Alaattin Çakıcı'nın yakalanmasının ardından Washington'dan merkeze çağırıldı. Emeklilik kararına direnince MİT Yasası'nın 19. Maddesi işletildi ve Mesut Yılmaz'ın onayıyla Şeker Fabrikaları'na müşavir olarak atandı.
Daha sonra emekli ayrılarak Washington'a yerleşen Eymür, en son İnternet'te açtığı sitede yaptığı açıklamalarıyla gündeme geldi.
Eymür, 12 Mayıs 2000'de bir gazeteye verdiği demeçte, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım konusunun MİT'le değil kendisiyle özdeşleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirterek, "Teşkilatın elemanları arasında yüzlerce Yeşil var. Yeşil önce de vardı, yetkililer ne derse desinler, bundan sonra da olacaktır" dedi.
Eymür hakkında gerek basına e - mail yoluyla gerek açtığı web sitesindeki açıklamaları nedeniyle "Devletin gizli sırlarını ifşa etmek" suçundan soruşturma başlatıldı. Sitede yer alan bilgiler üzerine MİT, Eymür hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulundu. DGM Savcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Cumhuriyet Savcısı Kasım Hakcıkamiloğlu tarafından yürütülen soruşturma çerçevesinde, Eymür'ün adres tespiti ve kimlik bilgileri için Başbakanlığa yazı gönderildi.
Kasım 1975'te askerden geldikten sonra Milli Görüş hareketi içinde MİT adına çalıştı. Yıldırım, Elazığ'da 1977'de Etibank Ferro Krom tesislerinde puantör olarak göreve başladı. İşlemleri 20938 sicil numarası üzerinden yapılıyordu.
Tam dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Yeni adını gözlerinin rengi olan "Yeşil"den aldı.
Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu. Herkes Yeşil'den söz etti ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi.
Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yeşil'in hala hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yeşil'e 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı.
Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı.
JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever'in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok faili meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldığı öne sürüldü.
Afyon Cezaevi'nde öldürün Sabancı suikastı sanıklarından DHKP - C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı. Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında Yeşil tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı.
Yeşil kodunu kullananlardan biri üst düzey görevlerde bulunuyor. Bir dönem Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen mücadelede özel operasyonlar, karşı gerilla eylemleri ve taktikleri onun yönetiminde yürütüldü.
Mahmut Yıldırım ise Yeşil kod adıyla dolaşan bir tetikçi. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişinin Mehmet Eymür olduğu öne sürüldü.
Üzerinde taşıdığı 0542 214 50 21 numaralı telefonla aradığı yerler arasında resmi kurumların yanı sıra, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'te yumruk atanlar da Yeşil'in telefonundan arananlar arasında yer alıyor.
Yeşil adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi. Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı.
Mahmut Yıldırım, sıradan bir memur başladığı yaşamını bugün herkesin bildiği ancak kimsenin tanımadığı kanlı bir tetikçi olarak sürdürüyor. Kaçak olarak nerede yaşadığını kesin olarak saptayabilen yok.
UĞUR MUMCU
Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara’da okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü.
DOĞU PERİNÇEK
Doğu Perinçek 17 Haziran 1942'de Gaziantep’te doğdu. Sadık ve Lebibe Perinçek’in oğludur. İlk çocukluk yıllarını babasının yedek subaylık ve yargıçlık görevleri nedeniyle Gaziantep, Antakya ve Diyarbakır’da geçirdi. Beş yaşından sonra Ankara’da büyüdü. Ankara Sarar İlkokulu, Atatürk Lisesi ve Bahçelievler Deneme Lisesi’nde ilk ve orta öğrenim gördü.
Üniversite yıllarında, 1962 ve 1963’te toplam 10 ay Almanya’da işçilik yaptı ve Almanca öğrendi. Haziran 1964'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve Kamu Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi. 1968'de Hukuk doktoru olmuştur. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi' dir. 1964 yılında dünya görüşü olarak Bilimsel Sosyalizmi benimsedi. 1967 yılında Dönüşüm dergisi Yazı Kurulu Üyesi ve Başyazarı idi. Almanya’da Türk Toplumcular Ocağı kurucusu ve ilk Genel Başkanı olmuştur. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi ve Bilim Kurulu Üyesi, Güvenlik Komitesi Başkanı, TİP içindeki Devrimci Muhalefet hareketinin önderlerindendir.
Mart 1968'de Fikir Kulüpleri Federasyonu Genel Başkanı olmuştur. Kasım 1968' de arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini kurdu ve yayınlamaya başladı. Temmuz 1969'da İşçi-Köylü gazetesinin kurucusu ve başyazarı oldu. 12 Mart 1971 askerî darbesinden sonra yargılandı. 20 yıl hapis cezasına hükmedildi. Temmuz 1974’te genel afla serbest bırakıldı. 28 Ocak 1978'de Aydınlık davasının aklanmasıyla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kuruluşuna önderlik etti ve ilk Genel Başkan oldu.
20 Mart 1978'de Günlük Aydınlık gazetesinin kuruluşuna ve yayınına önderlik etti ve başyazarlık yaptı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tutuklandı ve 1985 Martında serbest bırakıldı. Ocak 1987'de Haftalık 2000’e Doğru dergisinin yayınlanmasına önderlik etti. Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarlık görevlerinde bulundu. 10 Nisan 1990'da “Sansür Sürgün Kararnamesi”nin çıkarılmasıyla hakkında tutuklama kararı verildi. Diyarbakır Cezaevi’nde üç ay tutuklu kaldı. 1991 yılında TCK 141. maddesinin kaldırılmasıyla siyasal haklarına kavuştu ve Temmuz ayında Sosyalist Parti 2. Büyük Kongresi’nde Genel Başkanlığa seçildi.Temmuz 1992’de Sosyalist Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi Genel Başkanı oldu. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT’de yapılan Liderler Açık Oturumu’nda yaptığı konuşma nedeniyle Terörle Mücadele Yasası 8. maddeye dayanılarak verilen 14 ay hapis cezası uygulandı. Perinçek, 8 Ağustos 1999’a kadar 10 ay 10 gün Haymana Cezaevi’nde kaldı.
Daha sonra çıkan basın suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasal haklarına kavuştu ve 19 Ekim 1999 günü toplanan İşçi Partisi Olağanüstü Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Doğu Perinçek, çok iyi Almanca ve orta derecede İngilizce biliyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci Şule Perinçek ile evli. Dört çocuğu vardır.
ALINTIDIR
Nevşehir'de 1956 yılında doğdu. 1977 yılında Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı, 1978'de Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Genel Başkan Yardımcısı oldu.
Çok sayıda siyasi cinayet, bombalama, kahve tarama ve hapisten adam kaçırma gibi olayların örgütleyicisi olarak suçlandı.
25 Ağustos 1978'de Sakarya'da Nevzat Bor ve Mustafa Pehlivanlı'yla birlikte gözaltına alındı. İstanbul'a götürülen Çatlı, daha sonra serbest bırakıldı. Ankara polisi tarafından tekrar gözaltına alınan Çatlı, tekrar serbest bırakıldı.
Çatlı, ÜGD Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, ÜGD'nin yerine Ülkü Yolu Derneği'ni Nevşehir'de kurdu. 11 Temmuz 1978'de Ankara'da işlenen Doç. Dr. Bedrettin Cömert cinayetinin faili olarak arandı.
MEHMET ALİ AĞCA
Ülkücü görüşü benimseyen Ağca, 1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'ye düzenlenen suikastın tetikçisi olarak 25 Haziran 1979'da yakalandı. Ağca, çeşitli ifadelerinde Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan'ın isimlerini verdi.
Polis tarafından soruşturma sürdürülürken gereken ek gözaltı süresi verilmedi ve Ağca, Maltepe Askeri Cezaevi'ne kondu.
23 Kasım 1979'da aynı cezaevinden kaçırılan Ağca, 26 Kasım 1979'da Milliyet Gazetesi yakınındaki bir çöp kutusunda bulunan mektupta kendi el yazısıyla Papa'yı vuracağını bildirdi. 28 Nisan 1980'de İpekçi davasından dolayı ölüm cezasına çarptırıldı.
13 Mayıs 1981'de Papa'ya suikast düzenleyen Ağca, olay yerinde yakalandı. Papa soruşturması boyunca 128 kez ifade verdi, 22 Mart 1986'da ömür boyu hapse mahkum edildi.
Halen İtalyan hapishanesinde yatan ve "Ben mesihim" gibi ilginç iddialarda bulunan Ağca, 1999 yılının son günlerinde de evlenmek istediğini belirterek yine dikkatleri üzerine çekti.
13 Mayıs 2000'de Papa, Portekiz'in Fatima kentinde, Meryem Ana'nın yaklaşık bir asırdır saklanan üçüncü sırrını açıkladı. Papa, 83 yıl önce üç çocuğa görünerek üç sır veren Meryem Ana'nın Ağca suikastını o zamandan bildiğini ve kendisini ölümden kurtardığını söyledi. Papa'ya suikast girişiminin anahtarının Fatima kentinin üçüncü sırrında olduğunu iddia eden Mehmet Ali Ağca, bu sırrın açıklanmasını istemişti. Tarihlerin de bunu doğruladığını savunan Ağca, serbest kaldıktan sonra Fatima kentini zirayet etmek istediğini sık sık dile getirmiş, bu kente yerleşmek istediğini söylemişti.
Papa'nın Fatima'nın üçüncü sırrını açıklamasının ardından Ağca, "O gün bin kere de ateş edilseydi Papa yine kurtulurdu" dedi.
Türkiye'ye iade edildi
13 Haziran 2000'de İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Ağca'nın affını imzaladı. Ağca, THY'ye ait kargo tipi bir uçakla sabaha karşı İstanbul'a getirildi. Sadece gasp suçundan Türkiye'ye iadesi kararlaştırılan Mehmet Ali Ağca'nın Abdi İpekçi cinayetinden tekrar yargılanmasının mümkün olmadığı açıklandı. Kadıköy Adliyesi'nde gasp davasıyla ilgili mahkemeye çıkarılan terörist Ağca'nın ilk sözü, "Ben, Abdi İpekçi'nin katili değilim. Ben sadece bir aktördüm" oldu.
Ağca, daha sonra çıkarıldığı bütün duruşmalarda şov yaptı. Her duruşmadan sonra basın mensuplarına mektup dağıtan Ağca, Vatikan'a tehdit savurdu. Vatikan'dan hesap soracağını ileri süren Ağca, "Katolik olmam için Vatikan bana 50 milyon dolar, özgürlük ve kardinallik önerdi. Vatikan'da kral olmaktansa, Afrika'da maymun olmayı tercih ederim" dedi.
Erken af
Ağca, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkeme'sinde görülen gasp davasında, iki gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ağca'nın bu cezası, hapiste kaldığı süre ve iyi hali gözetilerek 7 yıl 2 aya indirildi. Ancak Ağca, Şartla Salıverilme Yasası'ndan yararlanamadı.
İpekçi davasında tanık olmayı reddetti
Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin öldürülmesine ilişkin olarak Yalçın Özbey ve Yusuf Çelikkaya hakkında "Taammüden adam öldürmek suçuna katılmak"tan 20 yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası istemiyle yeni bir dava açıldı. Ancak İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın ilk duruşmasına getirilen Ağca, yeni davada tanıklık yapmayacağını söyleyerek yemin etmedi. İfadesini "yeminsiz" veren Ağca, "Yalçın Özbey, bazı yerlerde İpekçi suikastına karıştığını anlatıp övünüyordu. Bu trajedide övünecek ne varsa? Ben bu karanlık suikastın en büyük mağduruyum" dedi.
7 TİP'li genç cinayeti
9 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi yedi gencin öldürüldüğü olayın düzenleyicisi ve baş sorumlusu olarak hakkında 1982 yılında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı.
Çatlı, daha sonra İstanbul'a yerleşerek Hasan Kurtoğlu sahte kimliğiyle yaşadı ve birçok eyleme karıştı. Bu dönemde, silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla yakın ilişki kurdu.
Mehmet Ali Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçırılması olayının organizasyonunda yer aldığı, Ağca'yı evinde sakladığı ileri sürüldü.
12 Eylül'den sonra Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden sağladığı sahte pasaportla yurtdışına çıktı. 13 Mayıs 1981'de Ağca tarafından gerçekleştirilen Papa suikastının düzenleyicileri arasında yer aldığı öne sürüldü.
22 Şubat 1982'de İsviçre'de Mehmet Saral adına düzenlenmiş bir pasaportla, Mehmet Tarol adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Oral Çelik ve Durmuş Unutmaz adına düzenlenmiş sahte pasaport kullanan Mehmet Şener'le birlikte yakalandı. Çatlı serbest bırakılırken, Mehmet Şener tutuklandı.
ASALA ve Papa
MİT'in resmi belgelerinde, 22 Ekim 1983'te Paris'te MİT'le temasa geçtiği ve ASALA'ya karşı beş ayrı eylemde yer aldıktan sonra 24 Ekim 1984'te uyuşturucuyla yakalandığı gerekçesiyle ilişkisinin kesildiği yer aldı.
22 Ekim 1984'te Paris'te 450 gram eroinle yakalandığı için Fransa'da 4.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu dönemde Papa suikastını kendisinin planladığını, Oral Çelik'i bulabileceğini, bildiklerinden dolayı iki kez öldürülmek istendiğini, serbest kalmak garantisiyle herşeyi anlatabileceğini söyledi. Ancak mahkemede verdiği ifadede söylediklerini reddetti.
Uyuşturucu bulundurmak suçuyla yedi yıl ceza aldığı İsviçre'ye iade edildi. Bu dönemde Türkiye'nin iade talebi, idamla yargılandığı gerekçesiyle Fransa tarafından reddedildi. 21 Mart 1990'da İsviçre Bostadel Cezaevi'nden kaçtı.
Türkiye'ye gizlice geldikten sonra Şahin Ekli ismiyle kullandığı pasaportun sahte olduğunun anlaşılması üzerine 1993'te Yeşilköy Havalimanı'nda gözaltına alındı ancak serbest bırakıldı.
İşadamı Mehmet Özbey
Çatlı, 3 Ekim 1994'te İstanbul'da yabancı plakalı kaçak durumdaki araç ile yakalandı ve Mehmet Özbey kimliğiyle çıkarıldığı savcılık tarafından kayden işlem yapılarak serbest bırakıldı.
Abdullah Çatlı'nın Mehmet Özbay sahte kimliğiyle Baysa İnşaat, GSC Tekstil Ürünleri, Limon Lokantacılık, Japet Et Mamülleri, Sultan Tekstil ve Gülden Tekstil adlarında altı şirkette ortaklığı olduğu ortaya çıktı.
Çatlı; Mehmet Özbay, Mehmet Özbey, Abdullah Çatalı, Abdullah Çaltı, Mehmet Saral, Hasan Dağarslan, Hasan Kurtoğlu ve Şahin Ekli sahte isimlerini kullanıyordu.
Çatlı, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında, DYP Milletvekili Sedat Bucak, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve sevgilisi Gonca Us'un da içinde bulunduğu bir arabada öldü.
Çatlı'nın üzerinden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın imzasının bulunduğu silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport çıktı. Çatlı'nın otopsi raporunda ölmeden önce kokain kullandığı belirlendi.
EŞREF BİTLİS
Jandarma Genel Komutanı iken 17 Ocak 1993'te uçağının düşmesi sonucu öldü. Genelkurmay Başkanlığı tarafından uçağın buzlanma sonucu düştüğü açıklandı. Ancak bilirkişi raporları bu açıklamayı yalanladı. Soruşturma sırasında suikast iddiaları ortaya atılırken, olaydan bir gece önce JİTEM kurucusu Binbaşı Ahmet Cem Ersever'in uçağın olduğu yerde görüldüğü ileri sürüldü.
ALAATTİN ÇAKICI
Trabzonlu ülkücü mafya şefi Çakıcı, ilk olarak 17 yaşındayken bir İETT görevlisini yaralama olayına karıştı. Çakıcı, daha sonra ismini İstanbul'daki yasadışı faaliyetleriyle duyurdu.
1980'li yılların sonunda yeraltı dünyasının Ankara ayağında da adı duyulan Çakıcı, bir süre sonra İstanbul'a geçerek, buradaki gruplar içinde kendisine yer edindi.
Türkiye çapında faaliyet gösteren ve "ülkücü baba" olarak tanımlanan Çakıcı, İstanbul'a geçtikten sonra yine ünlü babalardan Dündar Kılıç'ın kızı Uğur Kılıç'la evlendi.
Olaylı sona eren bu evliliği ve İstanbul'da karıştığı silahlı saldırılar sonrasında polis kayıtlarında önemli yer tutmaya başlayan Çakıcı, sürekli Karadenizli olmasıyla övündü.
Çek - senet tahsilatı
Babasını 12 Eylül döneminde İstanbul'un Gültepe semtindeki bir kahvehaneye yapılan silahlı baskında kaybeden Çakıcı, 1984'ten itibaren çek - senet tahsilatı yapan grupların liderliğini yapmaya başladı.
Eski eşi Uğur Çakıcı'nın Uludağ'da öldürülme emrini verdiği gerekçesiyle polis ve savcılık tarafından gıyabi tutuklu olarak aranan Çakıcı, ayrıca canlı yayında DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'le ilgili yaptığı açıklamalarıyla Flash TV'nin basılmasına neden oldu.
Borsacı Adil Öngen'in yaralanması, Pamukbank Genel Müdürü Burhan Karaçam'a yönelik lav silahlı saldırı olayı, Emin Cankurtaran'ın vurulması, Cavit Çağlar'a yönelik suikast planlaması, Engin Civan'ın vurulması eylemlerinin azmettiricisi olan Çakıcı, kendisi gibi yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Nurullah Tevfik AğansoyTevfik Ağansoy'un öldürülmesi olayında da azmettirici olarak aranmaya başladı.
1992'de hazırlanan sahte pasaportla yurtdışına kaçan Çakıcı'nın adı, Susurluk soruşturmalarında da gündeme geldi. Soruşturmalarda, kendisinde sahte yeşil pasaport bulunduğu iddiaları ortaya atıldı.
Çakıcı, çek - senet tahsilatı yaptığı dönemde Ankara ve İstanbul'da birçok kez gözaltına alındı. Soruşturmalarda, polisin mafya içindeki uzantısıyla ilgili bilgiler veren Çakıcı'nın yurtdışında kaldığı süre içinde Belçika, ABD, İtalya, Güney Afrika, Fransa, Brezilya, Singapur ve Japonya'da dolaştığı belirlendi.
Son anda kurtuldu
Çakıcı'nın firarda bulunduğu dönemde Palermo'da İtalyan mafyasının önde gelen aileleriyle bir toplantı yaptığı da tespit edildi. Çakıcı, 1998'in Şubat ayında Fransa'da yapılan bir operasyonda yakalanmaktan kılpayı kurtuldu.
41 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Çakıcı, 17 Ağustos 1998'de Fransız polisinin düzenlediği bir operasyon sonucunda Nice'de bir otelde koruması Muradi Güler ve sanatçı Selçuk Ural'ın kızı olan sevgilisi Aslı Ural'la birlikte yakalandı.
Çakıcı'nın yakalanmasından sonra ortaya çıkan kasetler, ANAP'lı Devlet Bakanı Eyüp Aşık'ın istifasına sebep olurken, Aşık ile birlikte Çakıcı'ya kaçması için uyarıda bulunduğu iddia edilen DYP'li Meral Akşener, MİT görevlisi Yavuz Ataç ve Bursalı işadamı Erol Evcil de suçlandı.
Fransa'daki cezaevinde 16 ay dünyayla iletişimsiz bir odada tutuklu kalan Çakıcı, 14 Aralık'ta kendi isteğiyle Türkiye'ye getirildi. Fransa'dan şartlı iade edilen Çakıcı, hakkındaki gıyabi tutuklama kararı vicahiye çevrilerek tutuklandı ve Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ne konuldu.
Susma hakkını kullandı
Çakıcı, Türkiye'ye getirildikten hemen sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) tanık sıfatıyla dinlendi. Yaklaşık 3.5 saat ifade veren Çakıcı, soruları cevapsız bıraktı.
Çakıcı, Erol Evcil, Ergin Kardeşler gibi ünlülerin yattığı Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ndeki rahatlığıyla da dikkat çekti. Çakıcı'nın isteğiyle gece yarısı koğuşuna lahmacun getirttiği, avukat dövdüğü, cep telefonu kullandığı ve Nuri Ergin'le mektuplaştığı ortaya çıktı.
Ancak bir süre sonra Çakıcı'nın "Bu cezaevi ya ona ya bana dar gelecek" yönünde bir açıklama yaptığının ileri sürülmesi üzerine Nuri Ergin, basına gönderdiği açıklamayla sert tepki göstererek, "Bana dostane mektuplar yazan biri düşman ise başımız üstünde yeri var. Önümüz bayram, açıkta kalınır" dedi.
Bunun üzerinde Çakıcı avukatı aracılığıyla kamuoyuna gönderdiği başka bir mektupla Ergin kardeşlere meydan okudu. Çakıcı, mektupta; "Nuriş ve Vedat denen, kişilik ve milliyet erozyonuna uğramış, garip göçebegillere: Biraz adamlığınız varsa, basına demeç vermeyin, bu cezaevinde siz altı kişi bir arada yatıyorsunuz, ben de tek yatıyorum. Gereğini yapmazsanız, yapmayıp da basına demeç verirseniz ********siniz" dedi.
Ergin'den ağır sözler
Mektup savaşlarında Nuri Ergin, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Çakıcı hakkında ağır sözler söyledi. Ergin, "Çakıcı adam mı, madam mı?", "Şerbeti ketmerli şambabası", "Voltajı düşük sihirli lamba", gibi sözlere yer verdi.
Ergin, Çakıcı'ya yönelik koruma istediği şeklinde çıkan haberlere ilişkin de, "Fransa'dan beri tutturmuşsun koridor yok. Bu maltalarda bir de savcıdan utanmadan koruma istiyorsun. Satanist düşünceli şambabası, bırak bu kurnazlığı. Milleti ziyaretine bile çıkartmıyorsun. Kolpacı mesajında aman beni koruyun mesajı değil mi? Beni yorma. Benim seninle uğraşacak vaktim yok, boşuna yalvarma" dedi.
Çakıcı ve Ergin arasındaki bu kavga, cezaevi dışına da taştı. Çakıcı'nın adamları Karagümrük'te Ergin kardeşlerin adamlarına ait olduğunu bildikleri bir lokali kurşunladı. Ancak bu lokalin sonradan Erginler'e ait olmadığı Karagümrük Spor Kulübü Lokali olduğu anlaşıldı.
28 Mart 2000'de ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Çakıcı'nın, gazeteci Hıncal Uluç'u yaralamaya azmettirmekten yargılandığı davanın zamanaşımdan düşürülmesine ilişkin İstanbul 6. Asliye Ceza Mahkemesi'nin kararını bozdu. Çakıcı'ya yargılandığı bu davada, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istendi.
Nisan 2000'de Çakıcı hakkında Emlak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan'ı yaralamaya azmettirmekten açılan davanın zamanaşımından düştüğü ortaya çıktı.
Mehmet Eymür ise İnternet'teki Anadolu Türk adlı sitesinde yayımladığı bir yazısında Çakıcı'nın 3 Şubat 1998'de Evcil'le yaptığı bir konuşmadan söz ederek, Çakıcı'nın kanser olduğunu söylediğini ileri sürdü. Eymür, Çakıcı'nın Evcil'e, "Check up yaptıramıyorum. Kanser var bende. Aylardır bütün vücudumda hissediyorum, içim ağrıyor. 6 - 7 paket sigara içiyorum" dediğini iddia etti.
Çakıcı'nın adamlarının Karagümrükspor lokaline yaptığı baskına karşılık olarak 19 Nisan 2000'de Nuriş'in adamları, Gültepe ve Zeytinburnu'nda iki kahvehaneyi taradı. Bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Olaydan sonra yapılan operasyonlar sonucunda aralarında Ergin'in firari olarak aranan adamı Yavuz Erdoğan'ın da bulunduğu dört saldırgan silahlarıyla birlikte yakalandı.
Çakıcı, Mayıs 2000'de Türkbank ihalesini araştıran Meclis Komisyonu'na verdiği ifadede ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile ile iki kez yüz yüze görüştüğünü söylediği belirtildi. Çakıcı, komisyon üyelerine Türkbank olayında büyük paralar döndüğünü, kendisine söz verilen 60 milyon doların verilmediğini ve bu yüzden yakalatıldığını söyledi. Çakıcı, ayrıca 55. hükümeti de Refahyol hükümetini de kendisinin yıktığını anlattı. Çakıcı, ifadesinde Eyüp Aşık ile 200'e yakın telefon görüşmesi yaptığını da öne sürdü.
Çakıcı, 8 Mayıs 2000'de İstanbul DGM'de "çete oluşturmak ve liderliğini yapmaktan" yargılandığı davanın duruşmasında, mahkeme heyetine, "Ben tombaladan çıkmış Alaattin değilim. Tabii ki ceza alacağım. Eğer bana ceza vermezseniz basın sizi topa tutar" dedi. Mahkeme ödeneksizlik yüzünden duruşmaya getirilemeyen sanık Adnan Çiçek'in son savunmasının alınması için duruşmayı erteledi.
Ergin ve Çakıcı cezaevindeyken, adamları dışarıda çatışmayı sürdürdü. Çakıcı ve adamları hakkında Nuriş'in adamlarına yönelik gerçekleştirilen saldırılar hakkında davalar açılmaya başladı. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, Çakıcı ile 10 adamı hakkında, Karagümrük Spor Kulübü Lokali'ne yönelik silahlı saldırıya ilişkin dava açtı. İddianamede, Çakıcı'nın 304.5 ile 384 yıl arasında ağır hapis cezasına çarptırılması istendi.
O da aftan yararlandı
Engin Civan'ın yaralanması olayında azmettirici olduğu gerekçesiyle yargılanan Çakıcı'nın 7.5 yıl ağır cezası istemiyle yargılandığı davası, "4616 sayılı Şartla Salıvermeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesi'ne Dair Kanun" gereğince ertelendi. Hıncal Uluç'un yaralanması olayına ilişkin 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan Çakıcı'nın avukatı Şeyda Yıldırım'ın, Pendik Cumhuriyet Başsavcılığı'na cezanın infazının düşürülmesi konusunda yaptığı başvuru da kabul edildi.
Çakıcı'nın, her iki davasında da "zamanaşımından düşme kararı" verilmiş, ancak bu kararlar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu. Bozma kararının ardından davaların görülmesine devam edilmişti. Çakıcı'nın tutukluluğu, halen başka suçlar nedeniyle devam ediyor.
"F tipi" günler
Türkiye'ye getirildiği günden beri Kartal Cezaevinde yatan Çakıcı da Kandıra F tipi cezaevine sevk edildi. Burada tek kişilik bir odaya konan Çakıcı, yalnızlığını gidermek için cezaevi yönetiminden bir muhabbet kuşu talep etti. Çakıcı zamanının büyük bir kısmını muhabbet kuşuyla değerlendirdi.
DÜNDAR KILIÇ
Dündar Kılıç, 1953'te Trabzon, Sürmene'de doğdu. Gözaltılar hariç hayatının 21 yılını cezaevinde geçirdi. Yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden olan Kılıç, ilk sabıkasını boksör Ercü'yü delik deşik ettiği için aldı.
Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Kılıç, üç cinayet ve 35 yaralama olayına karıştı. 1972'de Diyarbakır ve Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasadışı örgüt üyesi Atilla Keskin'e yataklık yapmaktan yakalandı.
1980'de silah ve mermi kaçakçılığı yaptığı gerekçesiyle Boğazlar Komutanlığı tarafından 25 arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı. 9 Şubat 1984'te Behçet Cantürk ve Abuzer Uğurlu ile birlikte gözaltına alındı.
MİT Raporu'nda bu gözaltı olayından sonra Aytek ve MİT'in yıpratılması için Kılıç ve ekibi tarafından sistemli bir çalışma başlatıldığı öne sürüldü. Semra Özal'ın ricasıyla Engin Civan ve Selim Edes arasındaki anlaşmazlığı çözmek için aracı oldu.
Bu olaylar sırasında damadı Alaattin Çakıcı ile karşı karşıya geldi. Kızı Uğur Çakıcı, Çakıcı'nın adamları tarafından Uludağ'da öldürüldü.
İstanbul Emniyeti'nin Teknik Şubesi'nde yer alan kayıtlara göre iki kez bıçakla yaralama, iki kez bıçak bulundurma, bir kez çakı ile yaralama, bir kez kafa atarak yaralama, bir kez adliyede tabanca ile adam yaralama, üç kez tabanca ile yaralama, bir kez tabanca ve sustalı bulundurma, yedi kez tabanca bulundurma, bir kez durumunun sorulmasından dolayı toplam 22 kez kaydı bulunuyordu.
Susurluk Komisyonu'na verdiği ifadede, Alaattin Çakıcı'nın MİT tarafından korunduğunu, Mehmet Eymür tarafından Bursa'da bir mahkemede aklanan Nihat Erim'in katillerinin yine Eymür tarafından kullanıldığını öne sürdü.
Kılıç, basına verdiği röportajlarda da kızı Uğur Kılıç'ın Civangate skandalının ardından Özallar tarafından öldürüldüğünü ileri sürdü. Çetenin kendisini de öldürmek istediğini kaydeden Kılıç, ancak bir arkadaşının ihbarı üzerine planının bozulduğunu açıkladı.
Zaman zaman damadı Çakıcı tarafından tehdit edildiğini açıklayan Kılıç, Çakıcı'nın kendisini öldürtmek üzere Yeşil'i kiraladığını ve bu konuda MİT muhbiri Tarık Ümit'in aracılık yaptığını öne sürdü.
1 Ağustos 1999'da Silivri'deki yazlığında kalp krizi geçiren Kılıç, kalp masajıyla hayata döndürüldü ancak 10 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra 'multiorgan yetmezliğinden' öldü. Kılıç'ın cenaze töreni, eski babaların gövde gösterisine dönüştü.
Cem Reklamcılık ve Pazarlama, Şan Gıda Pazarlama Sanayi, Ticaret ve Ser Madencilik Sanayi ve Ticaret Limited şirketlerinin kurucusu ve ortaklarından olan Kılıç; Uğur, Cenk Ali, Ergun, Dünya ve Fatma adlarında beş çocuk sahibiydi.
HİRAM ABAS
1932'de İstanbul'da doğdu. Saint Joseph Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şubesi'ni bitirdikten sonra, 18 Mayıs 1967'ye kadar İstanbul'da çeşitli kademelerde müfettişlik görevinde bulundu.
Müfettişlik görevinden sonra yedek subay olan ve MİT'te çalışmaya başlayan Abas, Batum, Atina ve Beyrut'ta görev yaptı. 12 Mart döneminde MİT'te etkin görevlerde bulunan Abas, 1978'de Namık Kemal Ersun asının tasfiyesiyle ilişkili olarak kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
1983'te ikinci kez MİT'e dönen Abas, 1988'de yayımlanan MİT raporu olayında sorumlu görülerek, raporu kaleme alan Mehmet Eymür'le pasif göreve alınmak istenince, ikinci kez teşkilattan ayrıldı.
Amerikan silah firmalarının Türkiye temsilciliğini yapan bir şirkette çalışırken 26 Eylül 1990 sabahı işine gitmek için yola çıktığında uğradığı suikastta yaşamını yitirdi. Evinin yakınlarında, belediye işçisi gibi giyinmiş kişilerin açtığı çapraz ateşin ortasında kalan Abas, olay yerinde öldü.
MAHMUT YILDIRIM (YEŞİL)
Ahmet Demir adıyla bilinen Kontrgerilla elemanı Yeşil'in gerçek adı. Bingöl, Solhan ilçesi Dicnik Köyü'nde 1951 yılında doğdu. MHP kökenli, 1973'te Bingöl Genç İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından kullanıldı ve ilişki aynı yıl MİT Tatvan Bölge Müdürlüğü'ne devredildi.
SEDAT PEKER
Rizeli bir aileden gelen ülkücü baba Sedat Peker, 1970 yılında Sakarya'da doğdu. "Köroğlu" lakaplı Peker, Almanya'da büyüdü. Peker'in adı ilk olarak "uyuşturucuyla mücadele eden baba" olarak duyuldu, daha sonra Susurluk Raporu'nda geçti.
Peker'in organizasyonunda işadamlarından tehditle para topladıkları, zorla tahsilat yaptıkları ve işyeri kurşunladıkları belirlenen, aralarında açığa alınan bir astsubayın da bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı.
Peker, Barmen Oğuz Atak'ın sırtında "Allah" dövmesi bulunduğu gerekçesiyle öldürülmesi olayına karıştığı gerekçesiyle uzun süre arandı. Polisin Atak'ın öldürülmesini azmettirmek ve çete olaylarına karışmaktan aradığı Peker, oğlunun doğumunda kendilerini ziyaret eden, çiçek ve telgraf gönderen dostlarına teşekkür için gazetelere verdiği ilanlarda eşiyle birlikte görüldü.
1997'de Rize'de kaçakçı Abdullah Topçu'yu öldürmek suçundan savcı karşısına çıkan ve serbest bırakılan Peker'in iki adamı, aynı davadan müebbet hapse mahkum oldu. Peker gibi ağabeyi Vedat Peker de bir işadamına silah zoruyla senet imzalatmaktan gözaltına alındı. Peker'in talimatıyla çete oluşturdukları iddiasıyla yargılanan dokuz sanıktan dördü tahliye edildi.
Tehditle tahsilat yapmak, zorla alıkoymak, adam öldürmeye azmettirmek ve benzeri suçlardan yedi ay boyunca aranan Peker, teslim olacağını bildirerek 19 Ağustos 1998'de Romanya'dan Türkiye'ye getirildi. İstihbarat birimlerinin çalışmaları sonucunda, Peker'in, adı gizlenen bir Antalya milletvekiliyle doğrudan bağlantısı olduğu saptandı.
Peker, tutuklu bulunduğu sürede Bayrampaşa Cezaevi'nde krallar gibi yaşadı. Rokfor peyniri başta olmak üzere birçok lüks yiyeceği koğuşuna getirten Peker'in cezaevine soktuğu eşyalar arasında kokoreç makinesi da vardı. Kaldığı 50 kişilik koğuşun tabanını halıfleksle kaplatan, duvarlarını boyatan Peker, tuvaletlerin kırılıp yapılmasını istedi ve bunun için gerekli malzemeyi sağladı. Cezaevinde yüz koyun kestirip tutuklu ve hükümlülere dağıtan Peker, çanak anten, video, CINE 5 dekoderi, ekmek kızartma makinesi ve dikiş makinesi gibi isteklerine ise cezaevi yönetimi tarafından izin verilmedi.
İstanbul DGM Savcılığı, Ekim 1998'de Peker ve adamları hakkında 7.5 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı. Bu davadan yargılandığı sırada duruşmada ilginç açıklamalar yapan Peker, "Eski bir milletvekili bana mesaj göndererek, 'Mahkemede fazla artistlik yapmasın' dedi. Her şeyi size anlatmak istiyorum çünkü ben bunları anlatmazsam şüpheli bir şekilde intihar edebilirim" dedi. Peker, 12 sanıkla birlikte çete oluşturmak suçundan yargılandığı davada, 24 Mayıs 1999'da tahliye edildi. Sekiz ay 29 gün cezaevinde bulunun Peker, "sanal bir çete yaratıldığını" ileri sürdü.
Tahliye edildikten sonra basına açıklama yapan Peker, MHP'li olmadığını söyleyerek, siyasi görüşünün pantürkist - turanist olduğunu belirtti. Tahliye edildikten sonra basına demeçler veren Peker, özel yaşantısıyla ilgili açıklamalar yaptı. Çok mutlu bir evliliği olduğunu söyleyen Peker, "Ben kadını tanrı misafiri olarak kabul ediyorum. Annesini, babasını, her şeyini bırakarak size geliyor, sizin onu korumanız gerekiyor. Anne babasının sevgisini vermeniz gerekiyor. Gayet düzgün bizim yaşantımız. Herkes eşime soruyor, 'Seni dövüyor mu?' diye. Eşim gülerek anlatıyor, 'Yok, dövmüyor' diye" dedi.
MEHMET EYMUR
MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı olan Eymür, 1943'te İstanbul'da doğdu. MİT'te Hiram Abas'la birlikte Ziverbey'de Faik Türün'ün emrinde çalıştı. Kızıldere ve Ulaş Bardakçı'nın öldürüldüğü operasyonlara katıldı.
1975'te Ankara MİT Bölge Dairesi Başkanlığı Takip Şube Müdürlüğü de yapan Eymür, 1980'de Bulgaristan'a gittikten sonra 1982'de Kenan Evren'in damadı Erkan Gürvit tarafından Köşk'e çağırıldı. ASALA'ya karşı eylemlerde görevlendirildi.
Türkiye'ye döndükten sonra Mardin MİT Bölge Müdürlüğü'ne getirildi. Daha sonra Ankara'da Kontrespiyonaj Dairesi içinde kurulan Kaçakçılık ve İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne tayin edildi.
Başkan yardımcılığı görevine getirildikten sonra 1984'te Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınan izinle Babalar Operasyonu'nu başlattı.
Abdullah Çatlı'nın istihbarat amaçlı kullanıldığını ancak daha sonra kontrolden çıkıp kendisini bile görevden aldırmak istediğini ileri sürdü. Tarık Ümit'in kaçırılmasının ardından Mehmet Ağar'ı aradığını ve serbest bırakılmasını söylediğini açıkladı. 70'li yılların başında girdiği MİT'te Alaattin Çakıcı'nın yakalanmasının ardından Washington'dan merkeze çağırıldı. Emeklilik kararına direnince MİT Yasası'nın 19. Maddesi işletildi ve Mesut Yılmaz'ın onayıyla Şeker Fabrikaları'na müşavir olarak atandı.
Daha sonra emekli ayrılarak Washington'a yerleşen Eymür, en son İnternet'te açtığı sitede yaptığı açıklamalarıyla gündeme geldi.
Eymür, 12 Mayıs 2000'de bir gazeteye verdiği demeçte, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım konusunun MİT'le değil kendisiyle özdeşleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirterek, "Teşkilatın elemanları arasında yüzlerce Yeşil var. Yeşil önce de vardı, yetkililer ne derse desinler, bundan sonra da olacaktır" dedi.
Eymür hakkında gerek basına e - mail yoluyla gerek açtığı web sitesindeki açıklamaları nedeniyle "Devletin gizli sırlarını ifşa etmek" suçundan soruşturma başlatıldı. Sitede yer alan bilgiler üzerine MİT, Eymür hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulundu. DGM Savcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Cumhuriyet Savcısı Kasım Hakcıkamiloğlu tarafından yürütülen soruşturma çerçevesinde, Eymür'ün adres tespiti ve kimlik bilgileri için Başbakanlığa yazı gönderildi.
Kasım 1975'te askerden geldikten sonra Milli Görüş hareketi içinde MİT adına çalıştı. Yıldırım, Elazığ'da 1977'de Etibank Ferro Krom tesislerinde puantör olarak göreve başladı. İşlemleri 20938 sicil numarası üzerinden yapılıyordu.
Tam dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Yeni adını gözlerinin rengi olan "Yeşil"den aldı.
Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu. Herkes Yeşil'den söz etti ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi.
Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yeşil'in hala hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yeşil'e 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı.
Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı.
JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever'in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok faili meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldığı öne sürüldü.
Afyon Cezaevi'nde öldürün Sabancı suikastı sanıklarından DHKP - C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı. Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında Yeşil tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı.
Yeşil kodunu kullananlardan biri üst düzey görevlerde bulunuyor. Bir dönem Güneydoğu'da PKK'ya karşı yürütülen mücadelede özel operasyonlar, karşı gerilla eylemleri ve taktikleri onun yönetiminde yürütüldü.
Mahmut Yıldırım ise Yeşil kod adıyla dolaşan bir tetikçi. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişinin Mehmet Eymür olduğu öne sürüldü.
Üzerinde taşıdığı 0542 214 50 21 numaralı telefonla aradığı yerler arasında resmi kurumların yanı sıra, Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'te yumruk atanlar da Yeşil'in telefonundan arananlar arasında yer alıyor.
Yeşil adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi. Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı.
Mahmut Yıldırım, sıradan bir memur başladığı yaşamını bugün herkesin bildiği ancak kimsenin tanımadığı kanlı bir tetikçi olarak sürdürüyor. Kaçak olarak nerede yaşadığını kesin olarak saptayabilen yok.
UĞUR MUMCU
Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara’da okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü.
DOĞU PERİNÇEK
Doğu Perinçek 17 Haziran 1942'de Gaziantep’te doğdu. Sadık ve Lebibe Perinçek’in oğludur. İlk çocukluk yıllarını babasının yedek subaylık ve yargıçlık görevleri nedeniyle Gaziantep, Antakya ve Diyarbakır’da geçirdi. Beş yaşından sonra Ankara’da büyüdü. Ankara Sarar İlkokulu, Atatürk Lisesi ve Bahçelievler Deneme Lisesi’nde ilk ve orta öğrenim gördü.
Üniversite yıllarında, 1962 ve 1963’te toplam 10 ay Almanya’da işçilik yaptı ve Almanca öğrendi. Haziran 1964'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ve Kamu Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi. 1968'de Hukuk doktoru olmuştur. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi' dir. 1964 yılında dünya görüşü olarak Bilimsel Sosyalizmi benimsedi. 1967 yılında Dönüşüm dergisi Yazı Kurulu Üyesi ve Başyazarı idi. Almanya’da Türk Toplumcular Ocağı kurucusu ve ilk Genel Başkanı olmuştur. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi ve Bilim Kurulu Üyesi, Güvenlik Komitesi Başkanı, TİP içindeki Devrimci Muhalefet hareketinin önderlerindendir.
Mart 1968'de Fikir Kulüpleri Federasyonu Genel Başkanı olmuştur. Kasım 1968' de arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini kurdu ve yayınlamaya başladı. Temmuz 1969'da İşçi-Köylü gazetesinin kurucusu ve başyazarı oldu. 12 Mart 1971 askerî darbesinden sonra yargılandı. 20 yıl hapis cezasına hükmedildi. Temmuz 1974’te genel afla serbest bırakıldı. 28 Ocak 1978'de Aydınlık davasının aklanmasıyla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü Partisi’nin kuruluşuna önderlik etti ve ilk Genel Başkan oldu.
20 Mart 1978'de Günlük Aydınlık gazetesinin kuruluşuna ve yayınına önderlik etti ve başyazarlık yaptı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tutuklandı ve 1985 Martında serbest bırakıldı. Ocak 1987'de Haftalık 2000’e Doğru dergisinin yayınlanmasına önderlik etti. Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarlık görevlerinde bulundu. 10 Nisan 1990'da “Sansür Sürgün Kararnamesi”nin çıkarılmasıyla hakkında tutuklama kararı verildi. Diyarbakır Cezaevi’nde üç ay tutuklu kaldı. 1991 yılında TCK 141. maddesinin kaldırılmasıyla siyasal haklarına kavuştu ve Temmuz ayında Sosyalist Parti 2. Büyük Kongresi’nde Genel Başkanlığa seçildi.Temmuz 1992’de Sosyalist Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi Genel Başkanı oldu. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT’de yapılan Liderler Açık Oturumu’nda yaptığı konuşma nedeniyle Terörle Mücadele Yasası 8. maddeye dayanılarak verilen 14 ay hapis cezası uygulandı. Perinçek, 8 Ağustos 1999’a kadar 10 ay 10 gün Haymana Cezaevi’nde kaldı.
Daha sonra çıkan basın suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasal haklarına kavuştu ve 19 Ekim 1999 günü toplanan İşçi Partisi Olağanüstü Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Doğu Perinçek, çok iyi Almanca ve orta derecede İngilizce biliyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci Şule Perinçek ile evli. Dört çocuğu vardır.
ALINTIDIR